Yıldırım Koç
Sosyalizmi tanımlamak gerekirse, ana unsurlardan biri üretim araçları üzerinde toplumsal mülkiyettir; diğeri, eğitim ve sağlık hizmetlerinin, kişiler arasında meslek ve gelir düzeyi ayrımı yapılmaksızın herkese, eşit ve parasız olarak, devlet tarafından sağlanmasıdır. Atatürk döneminde eğitim ve sağlık hizmetleri bu anlayışla sunuldu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalist ülkelerde de sağlık ve eğitim hizmetlerinin devlet tarafından sağlandığı ve giderlerinin devlet tarafından karşılandığı örnekler çıktı. Ancak Atatürk döneminde bu uygulama yalnızca Sovyetler Birliği için geçerliydi.
1909 yılında Osmanlı ülkesinde toplam 2656 hekim vardı ve bunların 773’ü yabancı uyrukluydu. Ülkede 3 devlet hastanesi, 6 belediye hastanesi, 45 özel idare hastanesi ve 32 özel, yabancı ve azınlık hastanesi vardı. Toplam 6437 yatağın yalnızca 950’si devlet hastanelerindeydi. Ülkede bulaşıcı hastalıklara karşı ciddi bir önlem alınamıyordu. Verem yaygındı. Yaklaşık 3 milyon kişi trahoma yakalanmıştı.
Türkiye’de Atatürk döneminde devlet, sağlık sorunlarını devletçilikle ve merkezi devlet örgütü eliyle çözme girişimini 1925 yılında başlattı. Sıtma, verem, trahom, frengi ve kuduz gibi önemli hastalıklarla mücadeleye girişildi. Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu kuruldu. Tedavi edici sağlık hizmetinin yanı sıra, koruyucu hekimlik önemsendi ve halkın sağlığı korunmaya ve geliştirilmeye çalışıldı. Bu girişimlerin giderleri de devlet tarafından karşılandı. Devlet, çok sınırlı maddi olanaklara rağmen temel sağlık sorunlarının çözümü için çok büyük çaba gösterdi ve önemli başarılar elde etti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’dan devraldığı eğitim yapısı çok ilkeldi. Osmanlı’nın yıkılmış devletinin malzemesiyle yeni bir devlet yaratmaya çalışanlar, eğitime büyük önem verdi. Eğitime verilen önemin birinci nedeni, devralınan ümmetin çağdaş bir ulusa dönüştürülmesi, cemaatlerin-tarikatların-mezheplerin egemenliğinin parçalanması, etnik ve dinsel kimliğin ulus bütünlüğü içinde eritilmesi ve aydınlanmanın gerçekleştirilmesiydi. Bilimin yol göstericiliği için devletin denetiminde çağdaş bir eğitim sisteminin oluşturulması zorunluydu. Eğitime verilen önemin ikinci nedeni, siyasal bağımsızlığı tamamlayacak ve pekiştirecek ekonomik bağımsızlık için gerekli olan becerili insangücünün yetiştirilmesiydi. Çağdaş bir eğitimle ülkede üretim ve üretkenlik artacak, refah düzeyi yükselecek ve farklı etnik kökenlerden ve inançlardan insanların ortak ekonomik çıkarlarla da desteklenmiş uluslaşma süreci hızlandırılacaktı. Üçüncü neden ise yeni devletin idarecilerinin eğitilmesiydi.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ülkede üç tür okul vardı: (1) Medreseler, (2) mektepler, (3) azınlık okulları ve yabancı okullar. 1894 yılında hazırlanan bir rapora göre, ülkedeki Protestan okullarının sayısı 398’di. 1907 yılında misyoner okullarının sayısı 465’e yükselmişti. 1917 yılında yalnız İstanbul’da İngilizlere ait 83 öğretim kurumu bulunuyordu. Rus okullarının sayısı 44’ü bulmuştu. Elazığ’da 83, Erzurum’da 24, Diyarbakır ve Bitlis’te 22’şer, Van’da 9 yabancı okul faaliyet gösteriyordu. (Turan, Ş., Türk Devrim Tarihi 3. Kitap Birinci Bölüm, Yeni Türkiye’nin Oluşumu (1923-1938), Bilgi Yay., 1995, s.62-65). 3 Mart 1924 günü kabul edilen 430 sayılı Öğretimin Birleştirilmesi Yasası (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) ile tüm eğitim-öğretim kurumları Maarif Bakanlığı’na bağlandı. Şeriye-Evkaf Bakanlığı veya özel vakıflar tarafından yönetilen bütün medreseler ve okulların yönetimi Maarif Bakanlığı’na devredildi.
Öğretim birliğinin sağlanmasının ardından Maarif Vekaleti emrine verilen 479 medrese kapatıldı. 1927 yılında da, Türkiye’de salt Müslümanların yaşamadığı, başka dinlerden insanların da bulunduğu gerekçesiyle, ilkokullarda, ortaokullarda ve liselerde din dersleri kaldırıldı. Azınlık okulları da doğrudan Maarif Vekaletine bağlandı. (Sakaoğlu, Necdet, Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, İletişim Yay., İstanbul, 1992, s.26-27)
Eğitim, orta öğretimde sayıları iyice azaltılmış olan bazı yabancı okullar dışında, bir bütün olarak devletleştirildi ve parasız hale getirildi. Eğitimin giderlerini, devlet üstlendi.
Cumhuriyet yönetimi, ulusun oluşturulmasında ve bütünleştirilmesinde, merkezi hükümetin denetimi ve yönlendirmesi altındaki eğitimi etkili bir biçimde kullandı.
Ayrıca, sürekli farklı bölgelerde görev yapan çok sayıda eğitim personeli, hem kendi içlerinde, hem de halkla ilişkilerinde, etnik köken ve inanç farklılıklarının aşılmasında önemli bir görev yerine getirdiler.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, eğitimi devletleştirerek, ülkenin ve ulusun bütünlüğünün sağlanması ve korunmasında eğitimi etkili bir biçimde kullandı. Bu süreçte eğitim parasızdı; ayrıca 8.6.1926 gün ve 915 sayılı Lise ve Orta Mekteplere Alınacak Leyli Meccani Talebe Hakkında Kanun sonrasında yoksul öğrencilerin parasız yatılı (leyli meccani) olarak okullara kabul edilme uygulaması yaygınlaştırıldı.
Cumhuriyet döneminin devletçi eğitim alanındaki en önemli girişimlerinden biri, 1940-1945 yılları arasında 18 köy enstitüsünde 20 bin öğrencinin eğitilmesidir. Her türlü gideri devletçe karşılanan bu öğrenciler, mezuniyet sonrasında öğretmen olarak köyün ve köylünün aydınlanma sürecine ve böylece uluslaşma sürecine önemli katkılarda bulundular.
Atatürk döneminde sağlık ve eğitim alanlarında yapılan düzenlemeler, halka devlet tarafından parasız ve eşit hizmet sağlanmasını amaçlıyordu. Bu çaba, sosyalizm doğrultusunda önemli bir adımdı.
GÜNDEM
29 Mayıs 2023UNCATEGORİZED
29 Mayıs 2023EKONOMİ
29 Mayıs 2023EKONOMİ
29 Mayıs 2023GÜNDEM
29 Mayıs 2023GÜNDEM
29 Mayıs 2023SPOR
29 Mayıs 2023Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.